İ. Sadi Tınaztepe'den
1954 yılının Nisan ayı, Maliye Müfettiş Muavinliğini kazanalı 6 ay olmuş; Ankara'dan gelen sarı zarf açılıp Maliye Müfettişi Metin Kızılkaya refaketinde 6 ay Anadolu'ya gidileceği öğrenilmiş, değerli üstat programı açıklamış, Dicle-Ergari-Kurtalan-Kozluk. İstanbul'da büyümüş bir de Ankara dışında hiçbir yer görmemiş, 23 yaşındaki genç muavinde bir heyecandır gidiyor.
Tecrübeli üstat Metin Kızılkaya hazırlığı yönlendiriyor, hurç, portatîf karyola, yatak, yatak örtüsü, cibinlik, radyo ve benzeri malzemeler hazırlanıyor. Mayıs 1'de terene binilip Diyarbakır'a iniliyor. Metin bey ilk yer olan “Dicle'nin yolu Ergani'nin içinden geçiyor, tutacağımız cipe yer söylemeyeceğiz" diyor. Cip kiralayanlarla uzun uzun çekişip 50 km. yol ama neresi söylemeyiz diyerek patika yollardan Dicle'ye varıyoruz. O da ne? Hükümet konağının önünde herkes hazır, hoş gelmişsiniz diye karşılanıyoruz, verdikleri cevap şu "Ergani'den telefon ettiler, bir ciple 2 kravatlı adam o tarafa geliyor dediler, anladık ki müfettiş geliyor, ama hangi daireye onu bilemeyip, hepimiz birden karşılamaya çıktık".
Kasa sayıldı, tutanaklar tamamlandı, kırmızı mumlu mühürler ikmal olundu. Dicle, eski adıyla Şeyh Sait isyanının çıktığı Piran, bir ufacık köy, otel yok, lokanta hiç yok, neyse ki Kaymakamı, yapılan ziyarette saygıdeğer Mülkiyeden sınıf arkadaşım Selami Celayîr, ya da Fakültedeki namıyla “Kılıbık Selami” çıktı. Ve kaymakam lojmanının bir odasında da biz yattık, 1 ay süre Metin Beyin haşlama yaptığı tavukları yedik ve hayat boyu tavuk yememeğe karar verdim.
Bir sonraki Ergani daha iyice idi, ama Metin Beyin Amerika'dan getirdiği ütü istemez gömleğinden bende olmadığı, odacının evinde bir ütü bulunmadığı için, o bir ay ütüsüz gömlekle geçti.
Kurtalan'a geçerken Metin Bey Diyarbakır'dan 3-4 kilo peynir almamızı, her gün suyunu tuzunu kontrol ederek rahatlıkla yiyeceğimizi söyledi ve üstatların tecrübesine inanılması kural olduğu için aynen öyle yaptık, ne var ki Kurtalan'ın 40 derece sıcağına peynirlerimiz tüm çabalara rağmen kötü kokular yayınca, bir sınıfına portatif karyola kurup yattığımız ilkokulun bahçesine peynirlerimizi döktük. Ama aynı akşam karanlıkta tek sıra halinde bahçedeki tuvalete giderken, peynire gelen yılanları görünce olay daha trajik hale geldi.
Sıcak yerlerin haşeratından ve özellikle akrepten ürken değerli üstadım Metin Kızılkaya her vesile oranın yerlilerine “burada akrep çok olur mu?” diye sorup ve hep “aha şu kadar olur" deyip ellerini gösterdikleri ve bir kısmı da "akrebin kralı Hasankeyf'de, Kraliçesi burada Kurtalan'da yaşar" dedikleri için epey tedirgindik ama Kurtalan'ı da yüz akıyla tamamlayıp Kozluk'a geçtik. Her ne kadar posta at sırtında ve haftada bir gün geliyor ve 1 saat sonra P.T.T. atlı memuru geri döneceği için alınan mektubun cevabını hemen yazmak gerekiyorsa da buna alışmıştık. Ne var ki 7 günlük birden gelen Cumhuriyet Gazeteleri aynı akşam okunup sonra bir hafta pek tatsız geçiyordu. Ama bunu da kanıksadık. Memur lojmanı genişti ve 3 aydan sonra ilk defa değerli üstadımla ayrı odalarda idik ve müstakil oda sahibi olma lüksünü yaşıyordum. Lakin bu hevesim de kursağımda kaldı; zira bayram günü hakim, savcı ve şube başkanlarının bizi ısrarla davet edip götürdükleri Botan çayında savcı sulara gömüldü, dalıp çıkardığımda yaşatamadık, cenaze o gece lojmana konuldu ve Metin Bey üstadım aynı odada olmamızın o günün ürküntüsü yönünden yerinde olacağını haklı olarak söyledi.
İlk 4 ay dolunca Siirt'e vardık, konfora kavuşma hayallerimiz burada da gerçekleşemedi, caş tabir edilen Siirt tipi bir acayip binada yine portatif karyolalarda yattık, 2 ay müddetle her öğlen karpuz peynir yedik, ama akşamları askeri gazinoda hep ızgara köfte yeme lüksümüzü.
Tüm anılar ve söyleşilere geri dön